Mert
New member
Solucanlar Eve Neden Gelir? Görünmeyeni Görmek Üzerine Bir Düşünce Yazısı
Selam dostlar,
Bugün biraz farklı bir konudan bahsetmek istiyorum. “Solucanlar eve neden gelir?” diye sorunca çoğu kişi hemen “yağmurdan kaçıyorlar” ya da “nem arıyorlar” diye yanıt verir. Ama ben bu konuyu biraz daha derin, biraz daha insana ve topluma dokunan bir yerden ele almak istiyorum. Çünkü bazen doğada gördüğümüz şeyler, toplumun görünmeyen dinamiklerini anlamak için de bir metafor olur. Belki de solucanların eve gelmesi, dışarıda kalamayan, görünmeyen, bastırılmış her varlığın kendine bir yer arayışıdır.
1. Solucanlar ve Görünmeyenlerin Hikâyesi
Solucanlar toprakta yaşar, sessizdirler, gösterişsizdirler. Ama o toprak olmasa, doğanın döngüsü çöker. Çünkü solucanlar toprağı havalandırır, besler, yeniler. Ne var ki, yağmur yağdığında, yaşadıkları yer suyla dolar; nefes almak için yukarı çıkarlar. İşte o anda, onları evimizin mutfağında, balkonunda, koridor köşesinde görürüz. Çoğu insan “iğrenç” der, bazıları “öldürün şunu” diye bağırır.
Oysa bu sadece bir canlının hayatta kalma mücadelesidir. Ve tam da burada toplumsal bir benzetme doğar:
Toplumun dışına itilenler, bastırılanlar, konuşması “rahatsız edici” bulunanlar da bir noktada görünür hale gelir. Tıpkı yağmur sonrası solucan gibi. Kadınlar, göçmenler, LGBTİ+ bireyler, farklı inançlardan insanlar… Onlar da toplumsal zeminin altında sessizce yaşarken, bir gün konuşmaya başlarlar. Çünkü nefes almak isterler.
2. Kadınların Empatisi ve Solucanların Sessizliği
Bu konuyu kadınlar genellikle empatiyle ele alır. Çünkü tarih boyunca “görünmeyen” olmanın ne demek olduğunu iyi bilirler. Forumdaki kadın arkadaşlar eminim bu noktada aynı hissi paylaşacaktır:
Bir canlıyı görmek, onu anlamaya çalışmak; onunla aramızda bir bağ kurmaktır.
Kadınlar solucanı gördüğünde genellikle “yazık, dışarı çıkaralım” der. Bu refleks, toplumsal cinsiyet rollerinden öte, doğayla kurulan ilişkisel bir bağın sonucudur. Çünkü kadınlar, yaşamın devamlılığını içgüdüsel olarak korumaya eğilimlidir. Bu sadece biyolojik değil, tarihsel bir deneyimdir. Kadınlar toplumu dönüştürürken de bunu empatiyle yaparlar; tıpkı doğanın dengesini yeniden kuran solucanlar gibi.
3. Erkeklerin Analitik Yaklaşımı: Çözüm Arayışı
Erkekler ise bu soruya genellikle çözüm odaklı yaklaşır:
“Eve nasıl girmiş?”, “Bunun önüne geçmek için ne yapmalı?”, “Nem seviyesi yüksekse havalandırmayı ayarlayalım.”
Bu analitik düşünce biçimi, toplumsal yapıların onlara yüklediği “sorun çözen” rolünden gelir. Ancak burada önemli bir denge var: çözüm üretmek ile duyguyu anlamak arasındaki çizgi.
Toplumda da benzer bir tablo yok mu? Erkekler çoğu zaman sosyal problemlere rasyonel yaklaşıyor, kadınlarsa insani tarafı hatırlatıyor. Oysa ikisinin birleştiği yer gerçek dengeyi kurar. Çünkü ne sadece duygu yeter, ne de yalnızca mantık.
Solucanlar eve geldiğinde bir erkek “zemini kurutalım” derken, bir kadın “yaşasın, toprağa geri dönsün” diyebilir. İkisinin de amacı iyi niyetlidir, sadece bakış açıları farklıdır. İşte toplumsal çeşitlilik de tam olarak bu noktada değer kazanır: farklı düşünceler bir araya geldiğinde, hem doğayı hem toplumu yaşatır.
4. Çeşitlilik, Adalet ve Görünmeyenin Gücü
Solucanlar, doğanın en sessiz ama en adil işçileridir. Toprağın üstündeki bitkiler güneşi görürken, onlar karanlıkta emek verir. Toplumda da böyle değil mi? Çoğu zaman “arka planda” çalışanlar, görünmeyen emek sahipleri, sistemin yükünü taşır. Kadınlar, bakım emeği verenler, düşük gelirli işçiler, azınlık gruplar…
Solucanlar gibi, onların da varlığı fark edilmez ama eksik olduklarında her şey çöker.
Sosyal adalet, sadece görünür olanı değil, görünmeyeni de anlamaktan geçer. Eğer bir toplumda sadece “gürültü çıkaranlar” duyuluyorsa, sessiz olanların sesi kısılmış demektir. O yüzden solucanların eve gelişi, aslında sessiz bir çığlıktır: “Beni fark et, ben de bu yaşamın bir parçasıyım.”
5. Forumdaşlara Düşünsel Bir Davet
Dostlar, siz hiç solucanlara gerçekten baktınız mı?
Sadece korkuyla, tiksintiyle değil; varlık nedenleriyle, hayatta kalma mücadeleleriyle…
Bu yazıyı yazarken fark ettim ki, solucanlar eve sadece yağmurdan kaçtıkları için değil, bizim dünyamızın dengesizliğini bize göstermek için de geliyor olabilirler.
Toplumda “farklı” olan herkes gibi onlar da kendine güvenli bir alan arıyor.
Peki biz, kendi evimizi —toplumumuzu— o kadar soğuk, o kadar dışlayıcı hale getirdik ki, dışarıda kimse nefes alamaz oldu mu?
Belki de bu yüzden, bazen doğa kapıyı çalar.
Belki de bir solucanla değil, kendi vicdanımızla karşılaşıyoruz.
6. Dengeyi Bulmak: Doğadan Topluma Bir Ders
Doğanın döngüsünde hiçbir şey fazlalık değildir. Solucan bile, sistemin mükemmel bir parçasıdır. İnsan toplumunda da öyle olmalı: her kim olursa olsun, her kimden gelirse gelsin, herkesin yeri, sesi, katkısı vardır.
Kadınların empatik dünyası ile erkeklerin çözümcü aklı birleştiğinde, tıpkı toprakla suyun buluşması gibi bir denge oluşur. O zaman ne solucan dışlanır, ne insan korkar. Herkes kendi alanında nefes alır.
Toplumsal cinsiyet eşitliği, çeşitlilik ve sosyal adalet… Bunlar birer soyut kavram değil; doğanın içinde, yaşamın döngüsünde, hatta mutfağımıza gelen bir solucanın hareketinde bile var.
7. Son Söz: Hepimizin Evi Aynı Toprak
Bir dahaki sefere evinize bir solucan girerse, sadece onu dışarı çıkarmayı değil, neden geldiğini de düşünün. Belki fazla nem, belki sistemin çökmesi… ama belki de bu dünyanın “görünmeyen” bir sesine kulak verme zamanı gelmiştir.
Siz ne düşünüyorsunuz dostlar?
Toplum olarak biz, kendi solucanlarımızı —yani görünmeyen insanları— nasıl daha adil bir şekilde yaşatabiliriz?
Kadınların empatisiyle, erkeklerin çözüm gücüyle, birlikte nasıl bir dünya kurabiliriz?
Paylaşın düşüncelerinizi. Çünkü her kelimeniz, bu toprakta yeni bir yaşamın filizlenmesine vesile olabilir.
— Solucanların Sessizliğinde Adaletin Sesi
Selam dostlar,
Bugün biraz farklı bir konudan bahsetmek istiyorum. “Solucanlar eve neden gelir?” diye sorunca çoğu kişi hemen “yağmurdan kaçıyorlar” ya da “nem arıyorlar” diye yanıt verir. Ama ben bu konuyu biraz daha derin, biraz daha insana ve topluma dokunan bir yerden ele almak istiyorum. Çünkü bazen doğada gördüğümüz şeyler, toplumun görünmeyen dinamiklerini anlamak için de bir metafor olur. Belki de solucanların eve gelmesi, dışarıda kalamayan, görünmeyen, bastırılmış her varlığın kendine bir yer arayışıdır.
1. Solucanlar ve Görünmeyenlerin Hikâyesi
Solucanlar toprakta yaşar, sessizdirler, gösterişsizdirler. Ama o toprak olmasa, doğanın döngüsü çöker. Çünkü solucanlar toprağı havalandırır, besler, yeniler. Ne var ki, yağmur yağdığında, yaşadıkları yer suyla dolar; nefes almak için yukarı çıkarlar. İşte o anda, onları evimizin mutfağında, balkonunda, koridor köşesinde görürüz. Çoğu insan “iğrenç” der, bazıları “öldürün şunu” diye bağırır.
Oysa bu sadece bir canlının hayatta kalma mücadelesidir. Ve tam da burada toplumsal bir benzetme doğar:
Toplumun dışına itilenler, bastırılanlar, konuşması “rahatsız edici” bulunanlar da bir noktada görünür hale gelir. Tıpkı yağmur sonrası solucan gibi. Kadınlar, göçmenler, LGBTİ+ bireyler, farklı inançlardan insanlar… Onlar da toplumsal zeminin altında sessizce yaşarken, bir gün konuşmaya başlarlar. Çünkü nefes almak isterler.
2. Kadınların Empatisi ve Solucanların Sessizliği
Bu konuyu kadınlar genellikle empatiyle ele alır. Çünkü tarih boyunca “görünmeyen” olmanın ne demek olduğunu iyi bilirler. Forumdaki kadın arkadaşlar eminim bu noktada aynı hissi paylaşacaktır:
Bir canlıyı görmek, onu anlamaya çalışmak; onunla aramızda bir bağ kurmaktır.
Kadınlar solucanı gördüğünde genellikle “yazık, dışarı çıkaralım” der. Bu refleks, toplumsal cinsiyet rollerinden öte, doğayla kurulan ilişkisel bir bağın sonucudur. Çünkü kadınlar, yaşamın devamlılığını içgüdüsel olarak korumaya eğilimlidir. Bu sadece biyolojik değil, tarihsel bir deneyimdir. Kadınlar toplumu dönüştürürken de bunu empatiyle yaparlar; tıpkı doğanın dengesini yeniden kuran solucanlar gibi.
3. Erkeklerin Analitik Yaklaşımı: Çözüm Arayışı
Erkekler ise bu soruya genellikle çözüm odaklı yaklaşır:
“Eve nasıl girmiş?”, “Bunun önüne geçmek için ne yapmalı?”, “Nem seviyesi yüksekse havalandırmayı ayarlayalım.”
Bu analitik düşünce biçimi, toplumsal yapıların onlara yüklediği “sorun çözen” rolünden gelir. Ancak burada önemli bir denge var: çözüm üretmek ile duyguyu anlamak arasındaki çizgi.
Toplumda da benzer bir tablo yok mu? Erkekler çoğu zaman sosyal problemlere rasyonel yaklaşıyor, kadınlarsa insani tarafı hatırlatıyor. Oysa ikisinin birleştiği yer gerçek dengeyi kurar. Çünkü ne sadece duygu yeter, ne de yalnızca mantık.
Solucanlar eve geldiğinde bir erkek “zemini kurutalım” derken, bir kadın “yaşasın, toprağa geri dönsün” diyebilir. İkisinin de amacı iyi niyetlidir, sadece bakış açıları farklıdır. İşte toplumsal çeşitlilik de tam olarak bu noktada değer kazanır: farklı düşünceler bir araya geldiğinde, hem doğayı hem toplumu yaşatır.
4. Çeşitlilik, Adalet ve Görünmeyenin Gücü
Solucanlar, doğanın en sessiz ama en adil işçileridir. Toprağın üstündeki bitkiler güneşi görürken, onlar karanlıkta emek verir. Toplumda da böyle değil mi? Çoğu zaman “arka planda” çalışanlar, görünmeyen emek sahipleri, sistemin yükünü taşır. Kadınlar, bakım emeği verenler, düşük gelirli işçiler, azınlık gruplar…
Solucanlar gibi, onların da varlığı fark edilmez ama eksik olduklarında her şey çöker.
Sosyal adalet, sadece görünür olanı değil, görünmeyeni de anlamaktan geçer. Eğer bir toplumda sadece “gürültü çıkaranlar” duyuluyorsa, sessiz olanların sesi kısılmış demektir. O yüzden solucanların eve gelişi, aslında sessiz bir çığlıktır: “Beni fark et, ben de bu yaşamın bir parçasıyım.”
5. Forumdaşlara Düşünsel Bir Davet
Dostlar, siz hiç solucanlara gerçekten baktınız mı?
Sadece korkuyla, tiksintiyle değil; varlık nedenleriyle, hayatta kalma mücadeleleriyle…
Bu yazıyı yazarken fark ettim ki, solucanlar eve sadece yağmurdan kaçtıkları için değil, bizim dünyamızın dengesizliğini bize göstermek için de geliyor olabilirler.
Toplumda “farklı” olan herkes gibi onlar da kendine güvenli bir alan arıyor.
Peki biz, kendi evimizi —toplumumuzu— o kadar soğuk, o kadar dışlayıcı hale getirdik ki, dışarıda kimse nefes alamaz oldu mu?
Belki de bu yüzden, bazen doğa kapıyı çalar.
Belki de bir solucanla değil, kendi vicdanımızla karşılaşıyoruz.
6. Dengeyi Bulmak: Doğadan Topluma Bir Ders
Doğanın döngüsünde hiçbir şey fazlalık değildir. Solucan bile, sistemin mükemmel bir parçasıdır. İnsan toplumunda da öyle olmalı: her kim olursa olsun, her kimden gelirse gelsin, herkesin yeri, sesi, katkısı vardır.
Kadınların empatik dünyası ile erkeklerin çözümcü aklı birleştiğinde, tıpkı toprakla suyun buluşması gibi bir denge oluşur. O zaman ne solucan dışlanır, ne insan korkar. Herkes kendi alanında nefes alır.
Toplumsal cinsiyet eşitliği, çeşitlilik ve sosyal adalet… Bunlar birer soyut kavram değil; doğanın içinde, yaşamın döngüsünde, hatta mutfağımıza gelen bir solucanın hareketinde bile var.
7. Son Söz: Hepimizin Evi Aynı Toprak
Bir dahaki sefere evinize bir solucan girerse, sadece onu dışarı çıkarmayı değil, neden geldiğini de düşünün. Belki fazla nem, belki sistemin çökmesi… ama belki de bu dünyanın “görünmeyen” bir sesine kulak verme zamanı gelmiştir.
Siz ne düşünüyorsunuz dostlar?
Toplum olarak biz, kendi solucanlarımızı —yani görünmeyen insanları— nasıl daha adil bir şekilde yaşatabiliriz?
Kadınların empatisiyle, erkeklerin çözüm gücüyle, birlikte nasıl bir dünya kurabiliriz?
Paylaşın düşüncelerinizi. Çünkü her kelimeniz, bu toprakta yeni bir yaşamın filizlenmesine vesile olabilir.
— Solucanların Sessizliğinde Adaletin Sesi